"Çalışan ben, tüketen beni kıskanır." John Berger

Ağustos 12, 2025

      

 

Hollanda’da İsrail’e tepki: 
Microsoft işgal edildi

Sessiz kalmak

Türk sinemacılardan MUBI'ye Gazze çağrısı: Sessiz kalmak taraf olmaktır 

Mayıs sonunda dijital film platformu MUBI’nin Sequoia Capital’den 100 milyon dolar aldığı açıklanmış, Silikon Vadisi merkezli şirketin İsrail ordusuyla bağı ortaya çıkmıştı.

MUBI aboneleri ve sinemaseverler bu duruma tepki göstermiş, dahası Aki Kaurismäki, Joshua Oppenheimer ve Levan Akın dahil 38 sinemacı MUBI’yi bu ortaklığı durdurmaya, Gazze’deki soykırıma ortak olmamayla çağırmıştı.

Sendikanın X’ten paylaştığı çağrı şu:

“Bizler, Türkiye’de sinema ve televizyon alanında üretim yapan emekçiler ve sinema paydaşları olarak, kuruluşundan bu yana maddi ve manevi destek sunduğumuz ve bağımsız sinema alanı için varlığını önemli bulduğumuz MUBI’nin, filmlerimiz aracılığıyla elde ettiği görünürlüğü; Gazze’de yaşanan soykırımı ve savaşı finanse eden bir şirketle paylaşmasını kabul etmiyoruz. Sessiz kalmak taraf olmaktır.”

Çağrıya aralarında sinema eleştirmeni, oyuncu, yönetmen ve senaristlerin de olduğu 400 kişi imza verdi.

O kişilerden bazıları:
 

                     

 

Ağustos 07, 2025

Z


 Müge İplikçi ile Zeytin Dalı | Esila Ayık Z Bakış’ı anlattı
 Esila Ayık kimdir?

Esila Ayık 2003’te Niğde’de doğdu. Lise öğrenimini Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’nde tamamladı. Lise eğitimi sırasında YES programı ile tam burslu olarak Alaska’ya gitti. 2023 yılında üniversite eğitimi için Belçika’nın Gent şehrinde Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi Fotoğraf Bölümünde lisans eğitimine başladı. Eğitimine halen aynı okulda devam ediyor. 2021 yılında yayımlanan kitabı Z Bakışla, Yedinci Vedat Günyol Deneme Ödüllerinde Genç Deneme Yazarı Ödülü’ne layık görüldü. 
                

İFSAK BLOG

Ozan Sağdıç

Durmaya Övgü: "Kımıldama, Kıpırdama, Kıkırdama Çekiyorum!"

Mahalle oyunlarımızdan biri tıp oyunuydu. Hareket halindeki herkes tıp çağrısıyla dururdu. Kımıldayan oyun dışı kalırdı. Kıpırdamamaya eşlik eden kıkırdama ve olduğun yere kazık çakmış olmak, sabitlenmek nedense ilgimi çekerdi.

Oyunlarımızdan bir başkası karagöz-hacıvat oynatmakla bana düştü. Çizgi ya da fotoromanları şerit halinde kesip birleştirmek ve perdenin iki yanındaki çubuk arasında dolaştırıp seyircilerime sunmak meraklarım arasındaydı. Daha sonra dönemin Hayat ve Ses dergilerindeki sinema tanıtım yazılarında kullanılan film karelerini seçip-kesip kareli defterime yapıştırmakla oyunum devam etti.

Aslında farkında olmadan hareketli görüntü ile sabit görüntü arasında gidip gelmişim. Son kararım içinde an’ları barındıran fotoğrafçılık oldu.

Taşlaşmış, donmuş haliyle fotoğraf karesi bakanı durmaya, mola vermeye, düşünmeye zorlar. Durup ağaç dalından bir yaprak koparmak, koparılanı ellemek, incelemek gibi… Bu haliyle kontrol bakanda, sunulan izleyici topluluğundadır. 

Zaten hareket edenin durması, duranın harekete geçmesi bir çekicilik barındırır. Kurmalı oyuncakları aklınıza getirin. Hareket ile durma arasında oyun sürer gider. Kurgu masasındaki ileri-geri, dur-devam oyunu gibi. Yeni tekniklerle birlikte film, video izleme de kurgu masasını taklit etme fırsatını yarattı. Filmden kareler yakalayıp dondurmak, bir çeşit filmden fotoğraflık an’lar koparmak, çekmek gibi oldu. Filmin kendisi de hareketlendirilmiş kareler toplamı olduğuna göre...

Daha başında fotoğraf çekme eyleminin kendisi de durma eylemini kışkırtır. Fotoğrafçının çekim sırasındaki  durma hali çevresindekileri de o yöne bakmaya iter. O bakış; sergilenen, sunulan fotoğraf eseri ile sürer gider. Hatta bakışla beraber fotoğraf; içerdiği anlamı ve onu destekleyen kompozisyon düzenlemeleri yardımıyla harekete bile  geçer.

Kabuki Tiyatrosu

Resim, sinema gibi fotoğraf da üç boyutlu hayatın yüzey üzerinde sanki canlıymış hissini verme eylemini örgütler. Nedeni, koparılan hayat parçasının (görüntü) ölü gibi olmasıdır. Bu örgütlenme sırasında somuttan yaratım sürecini barındıran soyuta sonra tekrar somutun yeni haline döneriz. Esere bakan, canlıymış gibi duran yeni somutu kendi soyutuna dönüştürür. Sonra düşünür, düşünür...

Eski tip sinema seyircisi, durup fotoğrafa bakan düşünceli izleyici kadar şanslı değildi. Eski halleri ile Beyoğlu’ndaki Fitaş’tan, Atlas’dan film bitimi ayrılırken dışarının aydınlık dünyasına ulaşmanın gecikmesini dilerdim. Dar koridorların, merdivenli geçişlerin barındırdığı karanlık  filmi yorumlamak için son fırsatlardı çünkü. 

Bugünün bol ışıklı dünyasının yeni film izleme teknikleri ile (DVD, Video) izleyici de aktif, bilinçli hale geldi. İzleme ortamının karanlık hali eski gizemini yitirdi. 

Walter Murch

KABUKİ TİYATROSU VE POZ KESMEK

“Bir aktörün oyunu aniden hareketsiz, anıtsal bir duruş halinde taşlaşır. Mie denilen bu duruş, önemli bir sahnenin doruk noktasını belirmekte ve özetlemektedir.”

Walter Murch, Göz Kırparken isimli kitabında Japon Kabuki Tiyatrosu’nu bu sözlerle açıklıyor. Bizim meşhur ”karar anı”, Kabuki’de mie (poz), mie yapmak (poz kesmek) olmuş gibi. Duyguların zirveye çıktığı an yani. Sadece duygular mı, güçlü yüz ifadesini destekleyen beden parçalarının geometrik ifadesine ne demeli! 

Seyirciler poz öncesi ve sonrasında övgü dolu sözlerle aktörün adını bağırırlarmış. Çok sayıda poz ve her pozun sahibi olan aktör varmış.  

Çok sayıda karar anı, her anın ustası olan çok sayıda fotoğrafçı gibi.   

 İbrahim Akyürek  İFSAK BLOG   Temmuz 2025 

                            

Ağustos 06, 2025

Britanya’da

 Zara için reklam yasağı: 'Sağlıksız derecede zayıf' model kullanımı

Britanya’da Reklam Standartları Kurumu (ASA) iki Zara reklamını modellerin ‘sağlıksız derecede zayıf’ görünmesi nedeniyle yasakladı.

Fotoğraf / Zonguldak

"Yönetenler için de kullanışlıdır canavar: Trafiğin sorumlusu bir türlü alt edilemeyen “Canavar”dır! Düşmanlar birer canavara dönüştürülür, uluslar şehitler üzerine yükseltilir. Açıktır ki canavarların ve ölülerin politik güçleri vardır." Mark Neocleous

 

Ağustos 03, 2025

Temmuz 2025

Şirket Suçları, El Altından Şirket Kurtarmalar ve Özgürlüğün Ölümü

futbol mafyası

 

‘Cennet’ gibi lig

Her ne kadar profesyonel futbolculardan alınacak vergi oranları yüzde 40’a kadar yükseltilmiş olsa da oyuncuyu Türkiye’ye getirebilmek için kulüp vergi yükümlülüğünün altına giriyor. Bazı finansal araçlar ve muhasebe teknikleri kullanılarak, oyuncu ücretlerinden kesilen stopajlar düşürülebiliyor. Bu da yabancı oyuncular için Türkiye’yi vergi cenneti yapıyor. Konuya ilişkin üç örnek verelim. Osimhen Napoli’de yıllık 12 milyon 820 bin Avro kazanıyordu ve bundan yüzde 40 vergi ödüyordu. Eline net 7.7 milyon Avro geçmekteydi. G.Saray’da 21 milyon Avro kazanacak. Sane B.Münih’te yıllık brüt 10 milyon Avro alıyordu. G.Saray’dan yıllık 12 milyon Avro kazanacak. Orkun, Benfica’da 1 milyon 560 bin yıllık brüt ücret alıyordu. Beşiktaş’tan 5 milyon Avro alacak.

Transferler diğer taraftan kulüp yönetimlerinin geleceklerini devam ettirebilmelerine olanak sağlayan, PR’ını yükselten etkili enstrüman. Yönetimler transferler sayesinde popülist politikalarını sürdürebiliyor. Olayın bir “show business”a dönüşmüş olması, kulübün finansal sıkıntılarının taraftar nezdinde olumsuz etkilerini gizleyen bir illüzyon yaratıyor. Kulüp borç batağında olsa bile taraftar transfer istiyor. Yönetici de kendi bekası için bu talebi geri çevirmiyor. O yüzden transfer futbolun en çok sevilen yüzü. Çünkü her transfer bir heyecan ve beklenti yaratır. Bu da yönetimlerin işlerini kolaylaştırır, ömürlerini uzatır. Tabii ki olaylar beklendiği gibi giderse. Beklendiği gibi gitmezse bu popülist politikaların sonucu hüsran: Borç batağıdır.
 Tuğrul Akşar   Cumhuriyet  

Temmuz 31, 2025

Orman satarak mı yanarak mı biter?

 

Orman satarak mı yanarak mı biter?

İstanbul Havalimanı’nın yapımı için ÇED raporuna göre 2,5 milyon ağaç kesildi. Kuzey Ormanları Savunması bu rakamın taşocakları, Kuzey Marmara Otoyolu da hesaba katıldığında 13 milyonu bulduğunu söylemiş, 6 bin 500 hektar diye de belirtmişti. 2014, 2015 ve 2018’de tüm Türkiye’de yanan orman alanını miktarı her yıl için 6 bin hektarın altındaydı. İstanbul Havalimanı için kesilen ağaç sayısı o yıllarda yangınlarda kaybettiğimizden fazlaydı.

Yanan ormanlara üzülüyoruz, kahroluyoruz ancak yıktığımız ormanlarla aynı duygusal bağı kuramıyoruz. İnsanlar bu ilişkiyi kurabilseydi bugün İstanbul Havalimanı, önünde milyonların gözyaşları içinde ağıt yaktığı bir türbeye dönerdi. Yeşil bir mezarlık misali. Tam tersine, milyonlarca ağacın kesildiği bu havalimanı, yanından geçen otoyol, o yolu Anadolu’ya bağlayan üçüncü köprü birçok insana ‘icraat’ diye anlatıldı ve insanlar bu ‘icraatlara’ oy verdiler. Çağımızda ne gördüğümüz bize ne anlatıldığına bağlı.

MDF ve Yonga Levha Sanayicileri Derneği bir sunumunda mobilya ve ağaç satışıyla Türkiye’nin 6 milyar dolarlık ihracata ulaştığından bahsederek övünüyor. 2000 yılında 2 milyon metreküp olan üretim kapasitesi 7 kat artarak 15 milyona çıkmış. Üretim kapasitesi artıyorsa kesilen ağaç sayısı da artıyordur. Zaten, “Orman Genel Müdürlüğü’nün üretimini artırması mobilya ve ağaç sektörlerinin büyümesinin arkasındaki en büyük itici güçtür” diyorlar. Orman yangınlarıyla kaybın giderek arttığı ve iklim krizi nedeniyle de artmasının beklendiği bu dönemde ağaçları kesip ihraç etmek sizce de yanlış bir politika değil mi?

Prof. Dr. Doğanay Tolunay, 1984-2024 yılları arasında verilen izinlerle (maden, enerji ve turizm tesisleri gibi) 932 bin hektarlık orman alanının kaybedildiğini, 40 yıldaki izinlerin yarısının da 2021-2024 arasında verildiğini belirtmişti. Doğayı bir hiç, üstüne koyduğumuz her betonu yatırım gören anlayışı yıkmadıkça gerçekte ne kaybettiğimizi de anlayamayacağız.

  Orman yangınlarıyla mücadelede en az konuştuğumuz ama belki de en önemli konu ormanla kurduğumuz ilişki. Ormanların bu kadar risk altında olduğu bir dönemde insanı ormanı tüketmekten de vazgeçirmemiz gerekiyor. Orman manzaralı ev, ağaçların arasındaki turistik tesis, parka çevrilmiş ormanlık alan kavramları tarih olmalı. İnsan ormanda yerleşik oldukça elektrik kabloları, sigara izmaritleri, mangal külleri de ormanla tanışıyor. Madenler gibi sanayi tesislerine ormanda çalışma izni vermeyeceğimiz bir döneme girmeliyiz. Özellikle de ihracat amaçlı açılan madenler kırmızı listede olmalı. Endüstriyel hayatın bir parçası olmayı kabul etmiş de olsak gezegenin sınırları olduğu gerçeğini göz ardı ederek yaşayamayız. Kapitalizmin sınırsız tüketimi bizi yok oluşa götürüyor. Yanana üzülüp sattığımıza ve kestiğimize sevinecek bir durumumuz yok. 

Özgür Gürbüz    Birgün  

                              

Temmuz 17, 2025

2023 Ekim

Ocak 2025

 

Mecidiyeköy

14. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali’nden bir seçki Mecidiyeköy Sanat’ta: Şehir de itiraz eder
Mecidiyeköy, İstanbul’un en işlek noktalarından birisi. Hatta kimilerince çok “kalabalık” ve “çok boğucu”. Amaçsızca yükselen gökdelenlerin, tıklım tıklım trafiğin ve kent suçuna karşı durmak isteyen belediye başkanının hapiste olduğu bir semtin “gözbebeği”. Tam da bu keşmekeşin ortasında, Mecidiyeköy Meydan’da İstanbullulara çölde bir vaha sunan Mecidiyeköy Sanat, küratörlüğünü Laleper Aytek’in üstlendiği “Şehrin İtirazı” adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. 
 14 Eylül’e kadar ziyaret edilebilecek.
 Serginin en önemli özelliklerinden birisi, kadın fotoğrafçıların yüzde 61 oranla temsil edilmesi.

                            

Film

 

Temmuz 14, 2025

Oteller baronu, Türkiye Kültür Yolu Festivali için senin de kapını çalacak!

 

Kartalkaya yangını davasının yedinci günü… Eşini kaybeden Akişli: Oteller baronu Mehmet Nuri Ersoy da otel sahibi kadar cezalandırılmalı

Pelin Türkmen'in avukatlarından Bilsay Sarper Arslan da "Örtbas ettiğiniz, silmeye çalıştığınız tek bir belge, soruşturma izni verilmeyen kişilerin hepsinin peşindeyiz. Bu çürümüş irin olup akan rant düzenine artık bir can daha vermek istemiyoruz. Bu dava bizim son görevimiz. 'Türkiye artık ucuz ölümler ülkesi değildir' diyecek hakimler de buradadır" ifadelerini kullandı.
     

Temmuz 12, 2025

İnternet sunumu:

Sıra iş erkeklerinin çıkarmasında...

 
TOBB’dan Suriye çıkarması

Suriye’nin geleceğini inşa etmek için her türlü katkıyı vermeye hazır olduklarını ifade eden Hisarcıklıoğlu, görüşlerini şöyle dile getirdi:

“Organize sanayi bölgeleri (OSB) konusunda müthiş bir tecrübemiz var. Bu bölgelerde yer alan firmalar, toplam sanayi üretiminin yüzde 45’ini gerçekleştiriyor ve yaklaşık 2.7 milyon kişiye istihdam sağlıyor. Benzer şekilde Türkiye’deki kara gümrük kapıları oda-borsa camiası tarafından modernize edildi. Birleşmiş Milletler tarafından da dünya çapında en iyi proje olarak seçildi ve örnek gösterildi. Tüm bu deneyimlerimizi Suriye’ye taşımak istiyoruz. Bunun için teknik çalışmalar yapılması gerekiyor. Bu noktada bir çalışma grubunun kurulması gerektiğini ikili görüşmelerde aktardık.’’

30 BİNDEN FAZLA ŞİRKET VAR

Türkiye’de Suriyelilerin kurduğu 30 binden fazla şirket olduğuna dikkat çeken Hisarcıklıoğlu, “Bunların 6 bini imalat sanayiinde. Türkiye’nin Suriye ile ticareti, içsavaş döneminde 25 milyar dolardan 486 milyon dolara gerilemişti. Ancak sonraki yıllarda Türkiye’de kurulan Suriyeli şirketlerin katkısıyla 2.5 milyar dolara yükseldi. Yeni dönemde Türkiye ve Suriye’nin daha fazla işbirliği gerçekleştirmesinde bu durum büyük avantaj sağlıyor” diye konuştu.

Irak pastasından Suriye pastasına...

Erbil Pastası 
 
İbrahim Akyürek. 2012

    Irak’ın kuzeyinde iş yapan Türk şirketleriyle ilgili haberlere yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde rastlamış, şaşırmıştım. O yıllar sayıları 200'ü aşıyordu, şimdi çoğu inşaat alanında 1200 şirket var. Sonra İbrahim Tatlıses’in piyango işlerini alması, inşaat işlerine girmesi haberleri yer aldı. Sonra Kuzey Irak’a giren bankalar, inşaatçılar, oteller, mobilyacılar, enerji şirketleri haberleri. Bu  arada Ahmet Özal çoktan Irak'a girmiş "Özal City" kurmuş, batmış haberimiz olmamış.
     Bizim sol, sosyalist, muhalif basın sermaye hareketliliği ile şiddet arasında pek bağlantı kurmaz. Herkes amatör strateji uzmanıdır. Harita üzerinde toprak, petrol, halk, güç  paylaştırır. Peşine hak, hukuk, halklar, barış, özerklik, emperyal güçler, kendi geleceğini tayin hakkı genellemelerini ekledin mi, tamam. 
     Gerçekten tamam mı? Neyse ki, yakınlarda bir çıt çıktı. Haber.sol.org'da Barzani İmparatorluğu ve enerji şirketleri konusunda araştırma yazısı yer aldı.

.               
İnternet aramasında “Erbil” ve “Türk şirketleri” yazın karşıınıza çıkan şehvet dolu haberleri görmek bedava size. Ortalıkta, benzetmek gibi olmasın ekonomi-politik sömürü pornosu dolaşıyor. Arzular ve çeşit çeşit yatırımlar ortalığa saçılmış. El değmemiş doğası, el atılmayı bekleyen son büyük petrol yatakları, sömürülmeyi bekleyen her milletten el/düşün emeği ile kapitalist terörün yeni arzu nesnesi karşınızda; burası Erbil coğrafyası...

     
    Türkiye’nin Erbil Başkonsolosluğu sayfasına giriş yapın. Karşınıza çılgın bir devlet memuru çıkacak. Bir başka haberde aynı memur, “adeta ihale takipçisi gibi çalışıyoruz” sözleriyle tavanlara sıçrayacak. Öteki yatırım haberlerine bakıyorsunuz... Antepten 30 kişilik işadamı “tarihi, kültürel bağlar” eşliğinde Erbil’e çıkarma yapıyor. Türkiye’nin batısından güzel İzmir, vatansever İzmir boş durur mu, Egeli ve İzmirli yaşlı-genç işadamlarından 25 adamlık iş kuvveti ile Erbil pastasını yakından incelemek üzere Irak’a “giriyor”. Irak’ın “coğrafi ve lojistik avantajları” gözlerini fıldır fıldır döndürüyor. Yutulacak pastanın mezhebi, ırkı, milliyeti, vatanı olmaz deyip incelemelerini şu sözlerle tamamlıyorlar: “Küresel kriz nedeniyle zor günler yaşayan Türk işletmeleri için can simidi oldu".
     Pentagon’un, silah şirketlerinin, Bush ekibinin işgal edip "özgürleştirdiği" Irak burası. İnşa halindeki milli duygularla gaz verilen, BDP'nin uzaktan hayranlıkla izlediği gıcır gıcır ulus-devletin valileri Erbil pastasını gelin paylaşalım diye neredeyse yalvarıyor küresel çetelere. 

     
   Küresel şirketler, çok sayıdaki MHP'li, karadenizden inşaatçılar "kazan-kazan" oyunu oynarken o tarafta; kışladaki, dağdaki gençler "kaybet-kaybet" oyunu ile mezarı boyluyor bizim bu tarafta.
     Arama sırasında BBC’nin "Öteki Irak" başlıklı 8 bölümlük dizisine rastladım. Irak’a giren her milletten işadamı için “ekmek” aslanın ağzında gerçekten. Şu izlenime bakın:  “Bütün önemli binalar gibi, çevresi iki insan boyunda kalın taş bloklarla örülü ve üç titiz aramdan geçerek girilebilen Erbil Sheraton otelinin lobisi, adeta bir ticari ve diplomatik arı kovanı”.
     Yoksulluktan gelme, çok çekmiş Leyla Zana yakın gelecekte bir diplomat ya da işkadını olarak arı kovanının içine düşer mi?  Erbil tarafına baktıkça “vatan, millet, Diyarbakır” heyecanıyla çenesi düşen Osman Baydemir gelecekte kuracağı şirketler grubunun bayraklarıyla Erbil pastasına dalar mı?
     Okuyoruz ki, Erbil pastası %3'lük vergi cennetiymiş. Tek eksiği maaşa bağlanmış nüfus, sanayi ve tarım sektörünün gelişememesiymiş. Yarı liberalizme geçiş süreci yaşanıyormuş. Şerafettin Elçi’nin oğlu Renas Elçi bir yandan partisini kurmuş, bir yandan beş yıllık şirketiyle altyapı işlerine dalmış. Elçi; Türkiye’den gelen işadamlarına çok sıcak davranıldığını sözlerine eklemiş.
     Bütün bunlar olurken, kapitalizm inşa edilirken, pasta yağmalanırken gerekli olacak zam, zulüm, işkence, yolsuzluk, yozlaşmaya karşı birikecek tepki isyanlarını dönüştürmek için bazı islamcı partilerin kenarda yalancı baharı beklediğini anımsatayım.

     
   Bu yazıyı bitirmek üzereyken Ortadoğu’yu içinden bilen gazeteci Mete Çubukçu’nun “Kürtlerle -sıfır- sorun mu?” başlıklı Radikal’de okuduğum yazısının bitişine bakın: “Türkiye’nin son dönemde, her şeye rağmen en olumlu, tutarlı politikası Irak Kürdistan’ına yönelik. Erbil; Şam, Bağdat, Tahran ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin komşularına göre en az sorun yaşadığı bölge. Bu ileriye Suriye Kürtlerine yönelik de bir ipucu olabilir mi?“
     Çubukçu'nun yazısının üst tarafı “o onu yapmış, bu bunu demiş, o da belki şöyle yaparmış" strateji gevezeliğiyle dolu. Çubukçu; memleketi Türkiye sanki o kadar huzurlu ki, komşularıyla sorunlarına gelecek biçiyor. Çok gezen, savaş gören gazetecimiz Irak huzurunun geçici olduğunu, serbest piyasa ile süslenen ulus-devlet pastasının büyüklüğünün şimdilik geçici huzur verdiğini anlamakta zorluk çekiyor, tarihe ezen-ezilen çarpışmasından bakmadığı için huzursuz 
olmuyor. 
Ağustos 2012
    
“Kürdistan Dünya Kapitalizmine Entegre Edileceği Döneme Giriyor” 

Temmuz 10, 2025

Reklam

 

 Yılmaz Özdil: Bu milletin çocuklarına bunu yapanların ne öbür dünyada mekânı olsun, ne de bu dünyada dükkânı / T24 2020

Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, “Onurunla çalış hayaline ulaş” sloganıyla televizyonlarda yayımlanan kamu spotunu hatırlatarak, eleştirilerde bulundu. Söz konusu reklamı, "Vatan görevi 'işsiz mesleği'ne dönüştürülüyordu. Milli şuur kavramının yerine 'dükkan' konuluyordu" diyerek eleştiren Özdil, İdlib'den gelen şehit haberlerini hatırlatarak, "O köy kahvesinde ağaç altındaki tahta masada “dükkan hayali” kuran gariban delikanlılarımız onlar. Mekanları cennet olsun. Ama, bu milletin çocuklarına bunu yapanların ne öbür dünyada mekanı olsun, ne de bu dünyada dükkanı olsun inşallah!" diye yazdı.

Bir şehit kaç dükkan?

Yılmaz Özdil   Sözcü   2025 

2025 Temmuz / Eylül 2024

 

Kültür savaşları...

Faşizm ve kültür-II

Diğer bir deyişle, insanlar yalnızca biyolojik varlıklar değil, anlam arayan, kimlik kuran, değerlerle hareket eden varlıklardır. Biyolojik ihtiyaçlarına öncelik veren hayvanlardan farklı olarak insanlar, “doğru”, “yanlış”, “hak”, “adalet”, “onur” gibi kavramlar üzerinden tepki verirler. Geçim derdi, onurla yaşamak, emeğinin karşılığını almak, torpilsiz hak kazanmak gibi ahlaki-siyasal taleplerle iç içedir. Ekonomik bir kriz ancak bu kavramlarla anlamlandığında siyasallaşır.

Primatolog, sinirbilimci, Robert Sapolsky’nin, “Kültür, değerlerin, tarzların, davranışların bir sonraki kuşağa genetik olmayan yollarla aktarımıdır” biçimindeki tanımı da kültürün geleceği belirlediğine, ancak değiştirilebilirliğine, siyasal mücadeleyle şekillendirilebileceğine işaret eder.

   Walter Benjamin’e atfedilen “Her faşist zaferin arkasında bastırılmış bir devrim vardır” sözleri, faşizmin, toplumsal hafızayı silme, tarihi yeniden yazma, kayıp devrimin içindeki gelecek umudunu unutturma çabasının mantığını da açıklar. Faşist rejim, yalnızca zorla değil, kültür savaşlarıyla ayakta kalmanın ötesinde, geleceğini güvenceye almayı amaçlar; bugünü de ona göre biçimlendirir. İşte bu yüzden, kültür savaşları bu kadar önemlidir.

Türkiye’de siyasal İslamcı rejim, işte bu hafıza rejimini ısrarla kurmaktadır: 15 Temmuz anıtları, Osmanlı nostaljisi, Cumhuriyet nefreti, militarist dizi evrenleri, kamusal alandan kadın bedeninin silinmesi, sürekli yinelenen “yerli ve milli değerler” söylemi, hakaret davaları, Diyanet’in bütçesinin, bir ruhban sınıfına eklemlenmiş kadrosunun biteviye büyüme eğilimi bu stratejinin parçalarıdır. Kültür, bu iktidarın en etkili silahıdır. 

Ergin Yıldızoğlu   Cumhuriyet

                        

Temmuz 07, 2025

Kültür üzerinden inşa edilen baskı ancak...

 

Faşizm ve kültür

Kanadalı kültür kuramcısı Prof. Henry A. Giroux, “Culture as a Pedagogical Battlefield in the Fight Against Authoritarianism” başlıklı yazısında kültürü pedagojik bir savaş alanı olarak tanımlıyor, faşizmin günümüzde estetik, medya, yapay zekâ gibi araçlarla nasıl normalleştirildiğini gösteriyor.

   Giroux için demokratik yaşam biçimi; düşünme cesaretiyle, hakikatin izini sürme ısrarıyla, ortak hafızayı canlı tutan bir yurttaşlık etiğiyle mümkündür. Bu yüzden kültür, siyasetin yalnızca yansıması değil, kurucu zemini, hegemonik aygıtıdır. Kültür üzerinden inşa edilen baskı ancak kültür üzerinden verilecek bir direnişle aşılabilir.

Bugün Madımak’ı anmak, Özgür Özel’in yaptığı gibi LeMan’ın karikatürüne sahip çıkmak aynı zamanda hafızayı, hakikati, eleştirel düşünmeyi savunmaktır. Bu ülkenin gerçek gücü, unutturulanlarda değil, hatırlayanlarda, direnenlerde, sözünü ısrarla söyleyenlerdedir.

   Kapitalizm aynı zamanda, bir değerler sistemidir. O değerler (rekabet, itaat, unutkanlık, tüketim, sessizlik) bugün kültürel faşizmin en güçlü silahlarıdır. Öyleyse faşizme karşı mücadele yalnızca ekonomik politikalarla değil, aynı zaman da bir kültürel savaşla mümkündür. Sanatın, eleştirinin, hafızanın susturulduğu yerde “demokrasi”, ifade özgürlüğünü bastıran rejimde adalet, yalnızca bir simülasyondan ibarettir.

Hatırlamak bir eylemdir. Unutturmaya karşı direnmek, bir yurttaşlık görevidir. Direniş, kültürle başlar çünkü faşizm artık sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir kültürdür. Muhalefet lideri, ahlak, adalet, cesaret, laiklik temalarını (kültür), açlık, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, güvencesizlik temalarıyla birleştirmeye başladığı için rejim sallanmaya başlamıştır. 

Ergin Yıldızoğlu   Cumhuriyet 

                         

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...